Cezai Şart ve Bakiye Ücret Alacağının Birlikte Değerlendirilmesi
Cezai şart ise, mevcut borcun ifa edilmemesi veya eksik ifası halinde ödenmesi gereken mali değeri haiz ayrı bir edim olarak tanımlanmıştır (Tunçomağ, Kenan: Türk Hukukunda Cezai Şart, İstanbul 1963). 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 420 nci maddesinin birinci fıkrasında, hizmet sözleşmesine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulunun geçersiz olacağı açıkça ifade edilmiştir. Cezai şart, hem belirli süreli hem belirsiz süreli iş sözleşmelerine konulabilir. Belirli süreli iş sözleşmesinin süresinden önce feshi koşuluna bağlı cezai şartın geçerli olabilmesi için ise, taraflar arasındaki iş sözleşmesinin belirli süreli olması zorunludur. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu’nun 08.03.2019 tarihli 2017/10 esas 2019/1 karar sayılı kararında, belirli süreli olarak yapılmış, ancak objektif şartları taşımadığı için belirsiz süreli olduğu kabul edilen iş sözleşmesinde yer alan ‘kararlaştırılan süreden önce haksız feshe bağlı’ cezai şart hükmünün geçerli olduğu kabul edilmiştir. Böylece iş sözleşmesi niteliği itibariyle belirsiz süreli olmasına karşın belirli süreli iş sözleşmesi olarak yapılmış olsa bile, bu durumun ‘sözleşmenin süre bitiminden önce haklı bir sebep olmadan feshi şartına bağlı’ cezai şartın geçerliliğine etkisi bulunmamaktadır. Türk Borçlar Kanununun 182 inci maddesine göre taraflar cezanın miktarını seçmekte serbesttirler. Buna göre belirli süreli iş sözleşmesinin kalan süresine ait ücretlerinin ya da bunun katlarının ödenmesi gerektiği yönünde ceza koşulu belirlenmesi mümkündür. Böyle bir cezai şart hükmü, Türk Borçlar Kanunun 438 inci maddesinin birinci fıkrasına göre talep konusu yapılabilecek olan sözleşmenin kalan süresine ait ücret isteğinden farklıdır. Gerçekten tarafların iradesi özel biçimde cezai şart düzenlemesi yönünde ortaya çıkmış olmakla, iradeye değer verilmeli ve cezai şart hükümlerine göre çözüme gidilmelidir. Bu arada işçinin bakiye süre ücreti ölçüt alınarak kararlaştırılmış olan cezai şarttan başka sözleşmenin kalan süresine ait ücretlerin de Türk Borçlar Kanununun 438 inci maddesine göre talep edilip edilemeyeceği soruna değinmek gerekir ki, ifaya eklenen cezai şart çözüme gidilmesi ve buna göre koşulların varlığı halinde sözleşmenin kalan süresine ait ücretlerin ayrıca talep edilebileceği belirtilmelidir. Gerçekten, Türk Borçlar Kanununun 179 uncu maddesinin ikinci fıkrasına göre borcun belli zaman ve yerde ifa edilmemesi hali için cezai şart kararlaştırılmışsa, alacaklı hakkından açıkça feragat etmiş veya ifayı çekincesiz olarak kabul etmiş olmadıkça hem ifa hem de cezai şartı talep edebilecektir. Türk Borçlar Kanununun 182 nci maddesinin üçüncü fıkrasında hakimin aşırı gördüğü ceza koşulunu kendiliğinden indirebileceği hükme bağlanmıştır. İş Hukuku uygulamasında işçi aleyhine cezai şart düzenlemeleri bakımından konunun önemi bir kat daha artmaktadır. Şart ve ceza arasındaki ilişki gözetilerek işçinin iktisadi açıdan mahvına neden olmayacak çözümlere gidilmelidir. İşçinin belli bir süre çalışması şartına bağlanan cezalardan, sözleşme kapsamında çalışılan ve çalışması gereken sürelere göre oran kurularak indirime gidilmelidir.Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirilecek olursa, davacı taraflar arasında iki yıl süreli belirli süreli bir iş sözleşmesi yapıldığını, bu sözleşmenin işverence sürenin bitiminden önce haksız feshedildiğini, sözleşmenin 50. maddesinde ise, iş sözleşmesinin işverence tek taraflı feshi halinde, fesih tarihinden sözleşmenin bitimine kadar olan ücretlerin davacıya ödeneceğinin kararlaştırıldığını, bu hükme göre sözleşmenin fesih tarihi ile bitiş tarihi arasındaki ücretlerin kendisine ödenmesi gerektiğini ileri sürmüştür. İlk Derece Mahkemesince bilirkişi raporunda hesaplanan miktardan %40 indirim yapılarak “bakiye ücret alacağı” hüküm altına alınmış, Bölge Adliye Mahkemesince de %40 indirim miktarı çok bulunarak %30 indirim yapılmak suretiyle belirlenen ‘bakiye süre ücreti’ nin davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Öncelikle davacının talebinin dayanağının belirlenmesi gerekmektedir. Dava dilekçesi incelendiğinde, davacı her ne kadar talep sonucu kısmında “haksız fesihten doğan alacak” ibaresini kullanmış ise de, talebini taraflar arasındaki iş sözleşmesinin 50. maddesine dayandırmıştır. Bu halde davacının talebinin bakiye süre ücreti olarak değil, cezai şart alacağı olarak nitelendirilmesi yerinde olacaktır. Türk Borçlar Kanununda yer alan, hakimin aşırı gördüğü ceza koşulunu kendiliğinden indirebileceği ne dair hüküm dikkate alındığında, somut olayda cezai şarttan indirim yapılmasında herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Ancak, İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sırasında düzenlenen bilirkişi raporunda davacının fesih tarihi ile sözleşmenin bitiş tarihi arasında hak kazandığı ücretlerin hesaplandığı, hem de TBK’nın 438. maddesine göre değerlendirme yapılarak, bu miktardan davacının tasarruf ettiği kısmın mahsup edildiği görülmektedir. Oysa, davacının talebi bakiye süre ücreti olmayıp, cezai şart alacağıdır. Bu halde toplam ücret miktarından önce tasarruf edilen kısmın mahsubu, daha sonra da ayrıca indirim yapılmak suretiyle sonuca gidilmesi yerinde değildir. Davacının 11.11.2016-15.11.2017 tarihleri arasındaki toplam ücretine isabet eden alacağın cezai şart alacağı olduğu kabul edilmeli, yeniden belirlenen bu miktar üzerinden, hakimin aşırı gördüğü ceza koşulunu TBK’nın 182. maddesine göre resen indirebileceği dikkate alınarak, yeniden indirim yapılmak suretiyle hüküm kurulmalıdır.[1]
[1] 9. Hukuk Dairesi 2019/6662 E., 2021/2385 K.